Tuk Tuk
Tuk Tuk
Pırıl pırıl, ılık bir gündü. Güneş adeta insanın içini ısıtıyordu. Nehrin kenarındaki şehir meydanı, cıvıl cıvıldı. İnsanlar geziniyor, güneşin tadını çıkarıyor, birbirleriyle şakalaşıyor, gülüşüyordu. Herkes sanki felekten bir gün çalmış gibiydi. Nehri seyrederek derin düşüncelere dalanlar da vardı.
Şehir meydanın çevresinde ve hemen yanı başında devlet daireleri vardı. Bunların en göze batanı, kralın sarayıydı. İrili ufaklı ibadethaneler de kareyi tamamlıyordu.
Binaların hepsi de çoğu kentteki gibi görkemli yapılmaya çalışılmıştı. Altın sarısı bir renk hâkimdi, tüm binalarda. Kentin arka mahallelerini işgal etmiş olan yıkık dökük izbe yapılar ise bu şatafata adeta isyan ediyor gibiydi. Yıkık dökük binalardan, yoksulluk ve sefalet fışkırıyordu. Meydanı çevreleyen binalar ise sonradan görmüşlüğü haykırıyordu.
***
Kamboçya’nın başkenti olan bu kente, Güneydoğu Asya Gezi Rotamızın 10. gününde gelmiştik. Gelişimiz, 9 Ekim 2017 Pazartesi sabahıydı. Eşyalarımızı hemen otele bırakıp, kendimizi hemen başkent Phnom Penh’in ara sokaklarına bırakmıştık. Büyük bir heyecanla Kamboçya’nın en kalabalık olan bu kentini gezmeye başladık. Kalabalık dedimse de bizim Anadolu’nun küçük kentleri gibi bir yerdi, başkent Phnom Penh.
Gezi öncesinde planladığımız gibi Phnom Penh Gezilecek Yerler ile görülmeye değer yerleri adım adım gezdik. Yine gezi öncesi planladığımız gibi şehir merkezindeki bu gezimizi, kent meydanında bitirdik. Burada yöre halkının arasında soluklanmaya karar verdik.
Şehir meydanında bulunan bazı yöre insanlarının yaptığı gibi biz de Mekong Nehri’ni seyre daldık. Bu kocaman ve upuzun nehir, tüm Güneydoğu Asya Ülkelerini boydan boya geçiyordu. Nehri seyrederken bir süre sonra kendimizi hayaller ve derin düşünceler içerisinde bulduk.
Geçtiği ülkelere hayat veren bu vakur ve muhteşem nehre, gezimizin Vietnam, Laos, Myanmar ve Tayland bölümlerinde de karşılaşacaktık. Kim bilir ne hikayeleri vardı, bu nehrin. Ne yaşanmışlıkları ne anıları vardı. Kim bilir uğradığı kentlere, köylere, vadilere, ormanlara ne öyküler bırakıyordu.
Bu düşünceler ve hayallerle bir süre dinlendikten sonra hemen kalktık. Görmemiz gereken iki yer daha vardı. Bunlar şehrin biraz dışındaydı. Bu kente gelişimizin asıl sebebi de bunlardı zaten. Ölüm tarlaları… Ve de Tuol Sleng Hapishanesi…
Bu iki yer de müze haline getirilmiş. Kamboçya’nın hitleri Pol Pot ve Khieu Samphan’ın 1970 li yıllarda yaptıkları insanlık dışı vahşet sergileniyor, bu müzelerde. İnsanlığa ders olsun, bir daha buna benzer bir vahşet olmasın diye söz konusu vahşetin izleri sergileniyor her iki müzede de… Gezi öncesi her iki yer hakkında biraz araştırma yapmıştım, okuduğum kaynaklardan edindiğim izlenim buydu.
***
Pol Pot, Paris’te eğitimini tamamlamış, bakıldığında eğitimli birisi. Birlikte hareket ettiği Khieu Samphan da Paris’te eğitim görmüş bir öğretmen. Üretim ve eşitlik üzerine bir tarım politikası icat etmişler. Bu fikir taraftar da bulmuş. İcat ettikleri tarım ekonomisini uygulamak üzere yola koyulmuşlar. Bir süre sonra çıktıkları bu yolda destek görmeye de başlamışlar. Yoksulluktan bıkan Kamboçya halkı ve özellikle de kırsal bölgelerdeki yöre insanları arsında bu akım süratle yayılmış. Devlet kuramlarının da desteğiyle Pol Pot ve arkadaşları iktidara gelmişler.
İrili ufaklı yerleşim yerlerini belli merkezlere toplamaya başlamışlar. Karşı gelenler, karşı fikir beyan edenler, yargılanmaya başlanmış. Aydın kesim ise ülkeyi terk etmeye başlamış. Bu arada sözde yargılamalarla birlikte idamlar da başlamış. Yurt dışına kaçışlar da her geçen gün artmış. Yurt dışına gidenler geri dönüp intikam alır diye muhalif olabileceklerini düşündükleri herkesi tutuklayıp süratle yargılanarak idam edilmeye başlanmış. Öyle ki, sırf gözlüklü diye insanlar muhalif kategorisine sokulmuş.
Bu yargılamalar ve idamlar, zamanla paranoya haline gelmiş. İdam edilenlerin yakınları, intikam duyguları ile ayaklanır diye onlar da birtakım bahanelerle idam edilmiş. Bu süreçte toplu idamlar başlamış. Bu paranoya, her geçen gün artmış. Öyle ki, kurşun zayi olmasın diye, insanları birbiri ardına birerli tek sıraya sokup, en öndekine ateş edip, bir kurşunla birden fazla kişiyi öldürmeye başlamışlar. Ölenleri de kazılan büyük çukurlara topluca atarak üzerini toprakla örtmüşler.
***
İşte ziyaret etmek istediğimiz yerlerden birisi olan Tuol Sleng Hapishanesi bu yargılamaların yapıldığı yerdi. İkinci ziyaret etmek istediğimiz yerde toplu idamların gerçekleştirildiği Choeung’dı. Sonraki yıllarda toplu mezarlar bulunup açılmaya başlanılmasıyla birlikte Choeung’taki bu bölge, ölüm tarlaları diye adlandırılmış.
Okuduğum kaynaklara göre topluca öldürülen ve gömülenlerin bugüne kadar ancak 8985’ine ulaşılabilmiş. Bu döneme ait 20 bine varan toplu mezarların açıldığı ve bir milyon 400 bine yakın kişinin öldürüldüğü tespit edilmiş. Bu kapsamda ölüm tarlaları da müze haline getirilmiş.
Edindiğimiz bu bilgileri yerinde görmek için buraları görmemiz gerekiyordu. Güneydoğu Asya seyahatimiz uzun soluklu bir gezi olduğu için oldukça tutumlu davranmaya çalışıyorduk. Bu kapsamda buraya ulaşmanın en ekonomik vasıtasının tuktuk olduğunu düşündük. Bulunduğumuz meydanın hemen güneyinde tuktukçular tutuklarıyla birlikte kümelenmiş olarak duruyorlardı. Gördüğümüz kadarıyla tuktukçular etrafı kesiyor, müşteri kolluyorlardı. O tarafa doğru ilerlemeye başladık. Bir taraftan da etraftaki yöre insanlarını gözlemliyorduk. Işıl ışıl güneşin altında; günün tadını çıkaran insanlar, oynayan çocuklar, hayatın son demlerini yaşayan yaşlılar, ekmek parası peşinde koşan seyyar satıcılar, Tuktuklarıyla müşteri bekleyen tuktukçular… Oldukça değişken bir meydandı.
Tuktuk ve motosiklet, Güneydoğu Asyalıların en çok kullandığı ulaşım aracı. Tuktukun tanımını, motosikletin üç tekerlekli olanı diye yapabiliriz. Önde bir teker, arkada da iki teker ve üstü brandalı bir kasa. Arkaya dört kişi çok rahat binebiliyor. İsmini de motorun çıkardığı tak tuk tak seslerinden almış.
***
Tuktukların bulunduğu bölgeye ulaştığımızda tuktukçulardan birisi hemen yanımıza geldi. Bu tuktukçu ile vücut dili ve çat pat İngilizcesiyle anlaşmaya çalıştık. Elindeki kâğıtlardan bize bir takım bir şeyler anlatmaya çalıştı. Kağıtlar A-4 boylarında, PVC kaplıydı. Bizim anladığımız kadarıyla kağıtların üzerinde turistik yerler ve bu yerlerin fotoğrafları vardı. Ücretleri de resimlerin üzerlerine yazılmıştı. Bizim gitmek istediğimiz iki yer de kağıtlarda vardı. Görüştüğümüz bu tuktukçu iyi ve efendi bir adama beziyordu. Adamla anlaşma işine hiç girişmedik. Çünkü kafamızda herhangi bir fiyat yoktu. Tüm Güneydoğu Asya ülkelerinde, böyle durumlarda dört beş katı fiyatlar söylerler. Pazarlık sonrasında size yapacağı hizmeti ya da ürünü dörtte biri, beşte biri fiyatına satarlar. Siz de iyi bir iş çıkardığınız için mutlu olursunuz. Aslında öyle değildir, genelde bir bit yeniği çıkar. Bunu gezi öncesinde okuduğumuz kaynaklardan öğrenmiştik. Buraya gelmeden önce gezdiğimiz yerlerde de tecrübe edinmiştik.
İlk tuktukçuyu bırakıp devam ettik. Sonra ikinci bir tuktukçu geldi. O da aynı şekilde anlattı. Elinde aynı türden kağıtlar vardı. Gördüğümüz kadarıyla kağıtlar standarttı. Konuştuk, tabi ki vücut dili ve çat pat İngilizceleriyle. Çok da fazla pazarlık ve indirim söz konusu değildi. İkinci tuktukçudan da ayrıldık.
Bir kenara çekilip aramızda konuşmaya başladık. Dört kişiydik ve tuktuk deneyimini de yaşamak istiyorduk. Derken yanımıza üçüncü bir tuktukçu daha yaklaştı. O da bir şeyler anlatmaya çalıştı. Konuşmaların arasında pazarlığı yapan Mehmet, tuktukçunun bizleri her iki yere de 5 dolara götüreceğini söyledi. Diğer iki tuktukçunun fiyatına göre oldukça iyi ve ekonomikti. Biz de tamam dedik. Heyecanla hep birlikte tuktuka bindik. Binmeden önce Mehmet’e, bizim ne anladığımızı tuktukçuya anlatıp anlatmadığını sordum. O da “evet anlattım” dedi.
***
Tuktuka hep birlikte keyifle bindik. Güle oynaya yola çıktık. Hepimizde de yeni yerler görmenin, yepyeni deneyimler yaşamanın sevinci vardı. Bir taraftan şakalaşıyor, gülüşüyorduk. Bir yandan da etrafı seyrederek bir şey kaçırmamaya çalışıyorduk. Tuktukçu da zaman zaman bu ruh halimize katılıyordu. Bizim bu neşemizi artırıcı eylemleri de zaman zaman yapıyordu. Tuktukçu, kısa boylu ve esmer tenli birisiydi. Hafif kilolu gibi görünmekle birlikte atletik yapılıydı. İlk bakışta neşeli, kıpır kıpır bir insandı.
Bu şekilde epey bir gittikten sonra, tuktukçu aracını sağa çekip durdu ve aracını stop etti . Durduğumuz yer şehir merkezinden biraz uzakta, kenar mahalleler diyebileceğimiz bir yerdi. Ben her zaman olduğu gibi yolculuk esnasında telefonumdaki dijital haritadan ve elimdeki gerçek haritadan geçtiğimiz yerleri takip etmiştim. Böylece şehri ve gezdiğim yerleri hafızama daha iyi kaydediyordum. Başlangıçta araç bozuldu diye düşündük. Mehmet ve tuktukçu, kendi aralarında konuşmaya başladılar. Biz de bir taraftan onlara kulak misafiri oluyor, bir taraftan da etrafı seyrediyorduk.
Vücut dillerinden her ikisinin konuşmasının da dostane olmadığını gördüm. Mehmet’e, “ne oldu problem nedir” diye sordum. Mehmet, “puşt herif hepimizi 5 dolara götüreceğini ifade etmişti, şimdi kişi başı 5 dolar istiyor ve ödemenin de hemen şimdi yapılmasını istiyor” dedi. Hepimiz şöyle bir irkildik. Kendi aramızda da konuşmaya başladık. Bu türden anılarımız aklımıza geldi, hemen. Oracıkta birbirimize konu ile ilgili tecrübelerimizi aktardık. Bizim ülkemizde de aynı şeyler oluyordu, çoğu zaman. İnsan her yerde aynıydı. Maalesef her türden turistin başına sıklıkla gelen bir mevzuydu. Kendi aramızda konuşurken bir taraftan da göz ucuyla tuktukçuyu izliyordum. O da bir takım bitirim hareketler yaparken, diğer taraftan bizi izliyordu. Enayi yerine konuluyoruz psikolojisine girmeye başladık. Tuktukçuyu izledikçe, muhtemelen herkese bu numarayı çekiyor diye düşündüm.
Diğer taraftan, tuktukçuyla Mehmet arasındaki konuşma, ses tonu ve vücut dili itibariyle gerginliği gittikçe tırmanan bir hal almaya başladı. Her ikisi de bazen kendi dillerinde, bazen İngilizce, bazen de vücut dilleriyle birbirlerine bir şeyler söylüyorlardı. Gerginlik her geçen dakika artı. Para mühim değildi ama enayi yerine konmak bize dokunuyordu. Adama inat bu iki yere de gitmemeye karar verdik.
***
Tutuktan indik. Geldiğimiz yoldan geri, şehir merkezine doğru yürümeye başladık. Tuktukçu da peşimizden yürümeye başladı. Mehmet ve tuktukçu bir taraftan da kendi aralarında oluşturdukları kızgın ve öfkeli dilde konuşmaya devam ediyorlardı. Mehmet’e adamla muhatap olmamasını söyledim. Mehmet de “buraya kadar getirdiği parayı istiyor” dedi. Durduk. Başlangıçta anlaştığımız fiyattan bizi istediğimiz yerlere götürüp gezdirdikten sonra parasını vereceğimizi tekrar söyledik. Ama o gitmek istediğimiz yerler için kişi başı 5 dolarda ısrar etti. Ya da tuktuktan indiğimiz yere kadarki parasının verilmesini istiyordu.
Biz tekrar şehir merkezine doğru yürümeye devam ettik. Kendimizden emindik ve herhangi bir tedirginliğimiz de yok diye düşünüyorduk. Bu arada tuktukçu da birtakım şeyler söyleyerek bizimle yürüyordu. Bu şekilde epey bir yol aldık. Tuktukçunun tuktuku çok gerilerde kalmıştı. Biz ne kadar teması kesmeye çalışsak da adam oldukça ısrarlıydı. Bize adeta bir sülük gibi yapışmıştı. Bela adeta bağıra bağıra geliyorum diyordu. Bir ara şu herife ne istiyorsa verelim de beladan kurtulalım diye de düşündük. Bu şekilde epey bir yürüdük. Neredeyse şehir merkezine yaklaşmıştık. Adam bir anda kayboldu.
***
Oh be gitti deyip, sakin bir nefes aldık. Şehir merkezine doğru yürümeye devam ettik. Olayı konuştukça gülüşmeye başladık. Hatta bir ara hepimizi amansız bir gülme krizi bile tutu. Bu durum sanırım bir anda gerginlikten kurtulmanın vermiş olduğu bir psikolojiydi. Yürürken gırgır şamata bir süre devam etti.
Derken yanımızdan bir tuktuk geçti. Geçerken de bağırıp çağırarak bir şeyler söylüyordu. Başlangıçta ne olduğunu anlayamadık. Son anda bu kişinin bizim meşhur tuktukçu olduğunu fark ettik. Biraz ileride durdu ve bizi beklemeye başladı. Sonrasında tuktukuyla birlikte bizim yanımızdan ilerlemeye başladı. Hızını da bizim yürüyüş hızımıza göre ayarlamıştı. Sürekli anlayamadığımız bir şekilde söylenip duruyordu. Kent meydanına iyice yaklaştığımız için yöre insanlarının sayısı da artmaya başlamıştı. Adam el kol hareketleri ve bağırıp çağırmasına hep devam etti. Etraftaki insanlarda bu durumu izliyordu. Kanaatim oydu ki bu manzara sık sık yaşanıyordu. İnsanlar olağan bir şeyi izliyormuş havasındaydı. Adamda gayet rahat bir şekilde bizi adeta taciz ediyordu.
***
Bu şekilde kent meydanına ulaşınca aracın gidemeyeceği yöne doğru ilerlemeye başladık. Tabi ki araç gelemedi. İşte kurtulmuştuk beladan. Yine derin bir nefes aldık. Bir önceki kurtulmamızdaki gibi olmamakla beraber, yine neşelendik. Ama hep sakin ve soğuk kanlı kalmaya çalışsak da hepimiz de biraz tedirginlik ve gerginlik vardı. Tuktukçu aracın içerisinde tabanca ile ateş edermiş gibi zaman zaman el işareti yapmıştı. Bazen de elindeki hayali bıçakla boğaz kesme işareti yapmıştı. Bir de karına bıçak saplama işareti yapmıştı. Yani bu haliyle bizi ölümle tehdit etmişti. Ruh halimiz değişmişti. Modumuz oldukça düşmüştü. Biraz sessizliğe bürünmüştük.
Hatta bizi bir süre sonra derin ve ürkütücü bir sessizlik kapladı. Aklımızdan bir sürü şeyler geçti. Memleketten uzak, evden uzak, adli bir durum çıkarsa ne olur, hastalık ve yaralanma durumlarında ne olur gibi bir sürü içerisinden çıkılmaz durumlar. Karmakarışık sorunlar.
***
Devlet daireleri ve ibadethanelerin önünden kent meydanın merkezine doğru ölüm sessizliği içerisinde yürüyorduk. İlerlerken, bizim tuktukçu önümüzü keserek, tekrar karşımıza çıktı. Yine el kol hareketleri ve bir takım bitirim hareketler yaparak bağırıp çağırıyordu. Önümüzde durduğu içinde yürüyemiyorduk. Taciz edici bir şekilde kişisel alanımıza da girmeye başladı. Bizi de sürekli tahrik ediyordu.
Etraftaki insanlar da yine olağan bir şeymiş gibi bu durumu izliyordu. Şu ana kadar adamla benim hiçbir temasım olmamıştı. Ama adam şu anda benim üzerime oynuyordu, bunu fark etim. Horozlanarak benim kişisel alanı mı sık sık işgal etmeye başladı. Sakin ve aklıselim kalmalıyım diye düşünürken, adam pat diye gözümdeki güneş gözlüğümü çekti aldı. Kesinlikle emindim ki bu insan evladı, bizim suç teşkil edecek bir şey yapmamızı sağlamaya çalışıyordu. Arkadaşlardan birisi “poliiiis” diye bağırdı. Paniğe bürünmemeliydik. Mehmet adamdan benim gözlüğümü almaya çalışıyordu. Herkesle hemen fikrimi paylaştım. Arkadaşlara, “bu adam bizi bilerek ve isteyerek, planlı bir şekilde tahrik ediyor. Amacı da suç teşkil eden bir fiil yapmamızı sağlamak” dedim. Devamında yine arkadaşlarıma, “muhtemelen buna benzer olayları da sık sık yapıyor. Sakin ve soğukkanlı olmalıyız, gardının düşmesini beklemeliyiz.” dedim. Mehmet, tuktukçunun bir anlık dargınlığından yararlanarak güneş gözlüğümü adamın elinden aldı. Tuktukçu hiçbir tepki vermedi. Artık düşüncelerimden emindim. Adam bizi tahrik ediyordu. Polis diye bağıran arkadaşım tekrar “poliiis” diye bağırdı. Tuktukçu da polis, polis diye tutturdu. Taktik değiştirmişti. Sanki polisten korkarız da vaz geçeriz, söylediklerini yaparız izlenimi edindim. Bir taraftan da polis bu duruma ne yapar diye düşünmeye de başladım.
***
Bu şekilde yürümeye devam ederken, arkadaşlardan birisi eliyle işaret ederek “işte polis” diye sevinçle bağırdı. O tarafa doğru yöneldik. Burası cep telefonu ve cep telefonu kartı satan bir dükkânın önüydü. Polis dükkânın merdivenlerinin başlangıç kısmında bir tabure üzerinde oturuyordu. Ten rengi yöre halkının ten rengine pek uymuyordu. Yöre halkı genelde esmer tenli iken polis beyaz tenliydi. Yöre halkı genelde kısa boylu ve tıknaz bir vücut yapısına sahipken polis uzun boyluca ve ince yapılıydı. Polisin karşısında bir başka taburede, esmer tenli, kısa boylu genç bir kadın oturuyordu. Polis elindeki küçük bir şeyi inceliyordu. Her ikisinin konuşma tarzından ve vücut dilinden anladığım kadarıyla dükkânın önündeki bu manzarada polis müşteri, kadın da ürün satıcısıydı.
Tuktukçu polisin tamamen yanına yaklaşarak paldır küldür bir şeyler anlatmaya başladı. Biz de dört arkadaş 3-4 metre mesafeden olanları sessizce izlemeye başladık. Tuktukçu bazen eliyle bizi göstererek anlatımlarını, şikayetlerini güçlendirmeye çalışıyordu. Sesini bazen yükseltiyor bazen de alçaltıyordu. Biz de Polisin bize soru sormasını sessizce bekliyorduk. Bu durum bir süre böyle devam etti. Çünkü polis hiç oralı olmamıştı ve de hiçbir tepki vermiyordu. Adam anlatmaya devam ederken polis elindeki ürünü hiçbir şey yokmuş gibi incelemeye devam etti. Hatta tuktukçu konuşurken polis, satıcı kıza elindeki ürün hakkında bazen sorular soruyordu. Satıcı kız da hiçbir şey yokmuş gibi polisin sorduğu sorulara sakin sakin cevap veriyordu. Biz de sakin kalarak olup biteni anlamlandırmaya çalışıyorduk.
Bu garip durumdan da bir kez daha anlamıştık ki bu olaylar gayet normal ve rutin bir faaliyetti. Buradan bir şey çıkmayacağına ve kendi başımızın çaresine bakmamıza karar verdim. Arkadaşlarıma el işareti yaparak oradan hemen sessizce ayrıldık. Biz ayrılırken tuktukçu anlatmaya, polis elindeki ürünü incelemeye, satıcı kız da ürün hakkında bilgi vermeye devam ediyordu. Arkamıza bakmadan kimseciklerin olmadığı ısız ara sokaklara daldık. Tuktukçunun bu ıssız yerlere gelemeyeceğini hesap etmiştim. Bundan da emindim. Bunu kişisel tecrübem bana böyle söylüyordu.
***
Arkadaşlara, şayet tuktukçu buraya da gelirse kendisine diyelim ki; “al bu tuktukunu tuktukçuya tuktuklatmaya götür, tuktukçu tuktukunu tuktuklamam derse, tuktukunu tuktukçudan tuktuklamadan alarak başka bir tuktukçuya tuktuklatmaya götür” deriz dedim.
Tabi ki tuktukçu gelmedi. Ara sokaklarda biraz dolaştıktan sonra şehir meydanına doğru araç trafiğine kapalı yerlerden yürümeye başladık. Hava da karamaya başladı. Nehrin kenarındaki şehir meydanına vardığımızda hava kararmış ve ışıklar yanmaya başlamıştı. Şehri Meydan gündüz olduğu ruh halinden bambaşka bir ruh haline bürünmüştü. Adeta bir eğlence parkı gibiydi. Batı müzikleri eşliğinde toplu spor yapan gruplar, dans eden gruplar, sokak müzisyenleri, gündüz olduğu gibi yine gezinen insanlar meydanı doldurmuştu. Bu manzarayı da bir süre izledikten sonra meydandan erken bir vakitte ayrıldık. Yarın sabah erkenden yerel bir otobüs firmasıyla Vietnam’ın Ho Chi Minh kentine gidecektik. Batı tarzı bir restoranda akşam yemeğini yedik. Sokaklarda dolaşırken gördüğümüz kurbağa, yılan, böcek türü yiyeceklerden sonra yöresel yemek çok çekici gelmedi. Yemek yerken günü değerlendirdik, ertesi günü yapacaklarımızı konuştuk.
Güneydoğu gezimizin daha üçte birini yapmıştık ve gezimiz devam ediyordu. Bundan sonraki gezimizin selameti için dinlenmemiz gerekiyordu. Vakit kaybetmeden otelimizde istirahate çekildik. Ne gündü ama…